Hibrit Zaman


White Body Form in White Concrete Wall


Var mıyız? Var mıyız? Var mıyız? Yoksa yok muyuz? Hangi zamandan kaçtın sen? 

Bir Olasılıkta Karşılaşalım

Brown Wooden Rectangular Frame Mirror

Benim için fark etmez. Kasvetli, acılı, mutlu, eğlenceli olabilir. Yeter ki bir olasılıkta karşılaşalım. Sonsuz hayatlarımızda tekrar tekrar buluşmamız için tek bir kesişme yeter. İçinden sonsuzluk geçen bir oyunun başlangıcına çağırıyorum seni. Küçücük bir an dahi olsa yolda önümde dur, arabalarımız çarpışsın, asansörde karşılaşalım... devamını herhangi bir hayatta yaşarız nasıl olsa.. Asansörle aynı kata çıkarız, asansör düşer ölürüz, asansör düşer yaralı kurtuluruz, asansörde merhaba deriz, demeyiz... 

Pardon Hangi Galaksidensiniz?

astronomy, black wallpaper, constellation



Daha önce karşılaştık mı? Pardon! Hangi galaksidensiniz acaba? Bakar mısınız... Bu yıldızı siz mi düşürdünüz? Aaa öyle mi! Demek aynı kara delikte yutulduk. Oturmaz mıydınız biraz.. Belki ortak tanıdıklarımız vardır. 

Retro Ruhlar VS Vintage Ruhlar

Black Cassette Tape Standing on White Surface

Vintage bildiğin eski.. Ama o ne eski, göz alıcı.. Retronun kendi değil ama akımı, dönemi, hatırlattığı eski. Heyecan verici.. Ner'den mi çıktı? Şur'dan..

Retro ruhlu adamlar ve kadınlar dolanıyor ortalıkta şu sıralar, or'dan çıktı. 70lerin festival kafasını alıp bugüne taşıyan, ağaca böceğe bedene fikre limitsiz özgürlük isteyen, pastel değil belki ama bazen siyah-beyaz, bazen capcanlı renklerde adamlar ve kadınlar.. Bunların 90lar 80ler 2000ler versiyonları var. Bugüne monte hippiler, dönüşüm geçirmiş geek'ler, neon heyecanını minimal bir güncellemeyle çekici kılanlar, piercingini teke indirip bacağında siyah jeani kulağında spotify listesiyle eklektik rock-chic'ler, norm-core'lar, içi emo dışı gömlek kravat hafif depresif IT'ciler, maximaller... Kokteyl menüsü gibi oldu. Tüm retro ruhlar merakıma buy'run! Vespa'nın 60 lara göz kırptığı yeni Sprint'inden, 3D animasyonlardan, indie gruplardan falan konuşuruz.

Bir de vintage ruhlar var. Hangi dönemde ruhunu sabit tuttuğuna bakmak lazım. Olan biten yenilenen değişen hiç bir şey etkilememiş onu. Yoğun. Mesela 90lardan sonra yapılan hiç bir filmi sevmiyor ya da 2000lerle birlikte müzik bitti diyor. Kendini bugünle mixlemediği için çoğu tek başına sıkıcı ve yorucu. Narin, kırılgan ve şaşırtıcı derecede takıntılılar. Vintage ruhu bulduğunda bazen yanında sen ona aksesuar olursun ya da o sana ve ortaya çıkan müthiş enerjide kaybolursun. Önceleri ilginç gelir, merak uyandırır. Hepsi değil ama bazı koleksiyonerler, hala uzun saçla gezen erkekler, o bilmem ne tarihindeki Metallica konseri insanlığın son konseriymiş gibi anlatıp duranlar, ayrılmayan de'ler da'lar yüzünden sevgiliden soğuyanlar, Converse dışında ayakkabı tanımayanlar, kütüphanesine 20lik bir yazarın kitabını sokamayanlar, teknolojiden şüphe duyanlar, bir gün herkesin o sahil kasabasına yerleşeceğini sananlar, film arşiviyle hava atanlar (tabii ki raflar dolusu DVD, bulutta arşivi anlamak istemiyorlar).. Vintage ruhlar, uğrayın arada bir! Plağa yetişemedim ama walkman'den, low rider Harley'lerden, Madonna'dan, Depeche Mode'dan, Şirinlerden falan konuşuruz.


Ben mi? Retroya yakınım, az da olsa vintage takıntılarım var, aşırı update hallerimle şaşırtabilirim, ama hepsi bir yana fütüristik yanım bir yana...

Ses Evren

earth, globe, nasa

Uzaklaşıyorum. Sesler anlamsız anlarda birleşip kendi tuhaf evrenini oluşturuyor. Ses Evren burası. Duymaya ürktüğüm masalların, karanlığın ve sadece ertelenmiş sözlerin yuvarlak hali. Zaman her an unutturabilir kendini - bir balığın bana bakışına üzüldüğümü, dışarıda bıraktığım rüzgarı, izleri, işaretleri, taşları havaya atışımı unutabilirim.

Sesini ve uyurken nefesinin odayı dolduruşunu hatırlayacağım. Duyduğum ve duyduğumu bilmediğim her şeyi hatırlamaya gidiyorum. Sonra görüşürüz. 

Dansa Gittim Döneceğim

bar, black-and-white, man

Ne tuhaf değil mi dans... Çeşitli titreşimlerde çıkan farklı seslerin eşliğinde bedeninin sallanıp garip hareketler yapması. Sonra da endorfin falan salgılaması... Tuhaf bence. 

Empati - Poker >> Deney 2

cinema, dark, display





Görüyorum ve artırıyorum. En zorunu koyuyorum masaya. Empati pokerde bugün seri katilleri, sapıkları, işkencecileri, yalan bağımlılarını sürüyorum. Pas diyenler çekiliyor. Sıra sana geliyor. Uzun uzun düşünüyorsun. Elinde kalanlar sahtekarlar, duygu sömürüsü yapanlar, çıkarcılar. Artırıyorsun sahtekarlarla. Rest diyorum. Neyin var neyin yok hepsine...  Açıyoruz kartlarımızı. Sende as döper. Bende full, üç kız iki dokuz.


Empati Poker oynadım dün hayali oyuncularla. Ben kazandım. Masadan topladıklarımın hepsiyle empati yaptım sonra. İşkencecilerde zorlandım nedense. Anlam veremedim, giremedim duyguya. Onu da kasaya bahşiş bıraktım.


Empati - Poker >> Deney 2

Kahve Kokusu - Ben - Zaman >> Deney 1

Coffee Brown Signage

Dün denedim, kahve kavanozunu açtım ve kokuyu çektim içime. Hafızamın getirdiklerine şaşırmak için yaptım ve her şeyin nasıl da olduğu gibi yerli yerinde durabildiğine çok şaşırdım:

- ODTÜ, üçüncü yurt önü, ağaçların altında, akşam saat 6 - 7 civarı, İshak ve kızın adı aklımdan gitmiş, gülüyorlar...
- Aşağı Ayrancı, öğrenci evim, öğlen, koltuktayım, elimde bir fincan kahve, tam karşımdaki aynadan kendime bakıyorum, kış ama güneşli dışarısı, Deniz'in odasından müzik sesi geliyor...
- Teşvikiye, House Cafe, arka bahçesindeyiz, camiden gelen ezan sesi, masada iki fincan, havuçlu kek ya da muffin, hava soğuk...
- Baraka gibi bir yer, burası neresi hatırlamıyorum, bir adama 'sade lütfen' diyorum, şekerli geliyor, midem bulanıyor, ayıp olmasın diye içiyorum, kış, hava kapalı, içerisi soğuk, neresi burası? Niye oradayım?
- Sabah çok erken, belki 3 - 4 falan, kuşlarla ilgili bir belgesel izliyorum, uykum mu kaçmış, yeni mi uyanmışım, kuşların kanatları çok güzel, kayalıklara konmuşlar, deniz kokuyor, sesi kısık televizyonun, ayaklarımı sehpaya uzatmışım, karanlık...
- Londra, karton bir bardak elimde, yağmur hızlanmış, üşüyorum, oturduğum yerden kalkmak istemiyorum...

Kahve kokusu - Ben - Zaman >> Deney 1

Nöbet

White Women Rock Statue

Konuştuğumuz gibi, diyor. Yarın saat üçte. Yanına sadece küçük bir sırt çantası alabilirsin.

Kısıtlanınca kararsızlık nöbeti geçiririm. Boynumun arkası ağrır, hareketlerim hızlanır, evin içinde anlamsızca yürümeye başlarım. Açık pencereden gelen sesler, odaya sızan hava, çalan telefon ve küçük bir sırt çantasına tıkıştırdığım bir kaç kitap, bir iki tişört, tokalar ve şarj aletleri... Dün gece... 

O An mı?

Gray Scale Image on Man Wearing Full Face Helmet

Zaman bitiyor. Öleceğimi, belki de ölemeyeceğimi bilmediğim tuhaf bir belirsizlikte çocukluğumu düşünüyorum. Biten. Bir daha geri gelmeyecek olan çocukluğumu. Seslerden, şekillerden ve anlardan oluşan bir bulut gibi kaplıyor etrafımı. Adrenalin, sessizlik ve o an... Bir saniyede ulaştığım hız seni de şaşırtmıyor mu?


Yeni Hayat

Red and White Dw Drum Set

Anlasana, yeni hayat diye bir şey yok. Sen varsın, ben varım, davul var, zil var, o şarkıdaki gibi her şey... Uzun uzun cümle kurmaya üşeniyorum bazen. Evet, belki, olur, tabii, hmmm yetiyor bana. Bir kapıdan girip girip tekrar çıktığım garip hayallerimi de eliyorum şimdilik. Havada asılı kalmış bir koku gibiyim. Duran.


Şemsiyemi değiştiriyorum, pasaportumun süresi dolunca uzun saçlı halimle değiştiriyorum, duş jelimi, kitaplarımın raftaki dizilişini, küpelerimi değiştiriyorum. Yeni hayat işte bu. Travmasız.. 

Günaydın Dünyalı

audio, microphone, radio

Bugünün şanslı dünyalılarını açıklıyorum: Boş gezenler, üzerine kahve dökenler, işe geç kalınca patrona yakalananlar, uçağı kaçıranlar, trafikte çişi gelenler, fermuarını açık unutanlar, küçük parmağını sehpanın köşesine çarpanlar. Bugün sizi seçtim. Sadece sizler için Pink Floyd'dan 'The Happiest Days of Our Lives' geliyor.

Evet o günlerden birindesin. Günaydın dünyalı! 

Sende Üşüdüm

cathedral, church, religion

Böyle dedi, sende üşüdüm. Üşümüştür, şaşırmadım. Hoşlanmadıysam, ortak küçücük bir nokta bulamadıysam, canım istemediyse, içim titremediyse, değer vermediysem, merak etmediysem buz gibi olurum. E o zaman da üşürler bende. Isıtmak için uğraşmam. 

Paganım Pagansın Pagan

White Metal Bowl Beside Yellow Wax Candle on Brown Wall

Sen şimdi itiraz edersin, ben pagan falan değilim, dersin. Hatta benim de olmadığımı söylersin. Ama bak nelere tapıyoruz, nelere inanıyoruz seninle;

- Sabah öpücüklerinin simetrisine
- Pencerenin önüne konan kuşlar çiftse, sevgili olduklarına
- Düşen kirpik sağ tarafta mı sol tarafta mı bulursak dileklerimizin gerçek olacağına
- Köpeklerin başkalarını değil bizi tercih ettiklerine
- Kedilerin sadece bize gelmesinin tesadüf olmadığına
- Ağaçların bizi duyduğuna
- Plansız yola çıkmanın bizi güzel insanlara götüreceğine
- Balıkların denizin altında bizi beklediklerine
- Birbirimizle telepatik iletişimde olduğumuza
- Baş ağrımızı karşılıklı geçirebildiğimize

Biz paganız. Nokta. :)

Bir Kokteyl Yeter

alcohol, alcoholic, bar

Bir kokteyl yeter birini tanımama. Margarita mı, martini mi, long island mı, mojito mu, bloody mary mi, cosmopolitan mı içiyor -  çok şey söyler. Martinisini dry mı içiyor yoksa dirty mi, suite mi  - uzun uzun anlatabilirim. Mojitoyu iki hüp de çekip bitiriyor mu, elinde buz dolu bir bardak mı kalıyor, nanelerini yiyor mu yoksa uzun uzun mojitoyla takılıp nane çayı kıvamına gelmesini mi bekliyor -  üzerine roman yazılır. Barmenin tavsiyesini dinliyorsa ya kokteyl kültürü sıfır ya da yenilikçi, sonraki adımları takip etmek lazım. Deneysel karışımlardan ürkmeyip tarçınla biberi, sütle viskiyi yadırgamıyorsa çek tabureyi yanına.

Ne dersin, akşama? Turşulu kişnişli birer bloody mary içelim mi? 

Sen Ben Teleskop

telescope, typography

Bak bu teleskopla birbirimizin sonsuzluğunda kaybolabiliriz. Derinliklerimize dalar gider, aniden parlayan yıldızlarımızla heyecanlanabiliriz. Odaklan karanlığıma hadi, birazdan bir göktaşı geçecek. İlk sen göreceksin.

Normal Şeyler Anlatmalıyım

black-and-white, facing away, female

Uzaylı mısın sen, normal şeyler anlat bana, daha normal, dedi

Düşünüyorum düşünüyorum bulamıyorum normal bir şey. Böceklerin kabuklarından, güneşin yüzeyinden, ışık hızını geçen rüyalarımdan, milattan önce ner'den baksan 10 binlerde falan yaşanan aşklardan, beni güldüren sakarlıklarımdan falan mı bahsetsem... Bilemedim.. 

Neye İçiyoruz

Black Bottles on White Surface

Sahi neye içiyoruz? Şansa, tesadüfe, kozmosa bugün... Hadi içelim. Birden aklımıza takılan sorulara içelim. Şaşkınlıklarımıza, sürprizlere, beklenmeyene... Aniden heyecanlanmamıza da içelim. Tuhaf hikayeler anlatan adamlara, kimselere benzemeyen kadınlara, bana sana bize içelim. 

Kafamın İçi Çok Güzel

Clear Plastic Skull Frame Table Decor

En sevdiğim şeyler listemde bugün yine eklektik bir seçkim var kendime. Bakalım güzel kafam nelerden hoşlanıyormuş:


- Bilim kurgu filmlerin hastasıyım ama en fazla 3 yıllık olmalı. Teknoloji alıp başını gitmişken komik duruma düşen filmleri sevmiyorum.
- Şu sıralar taktığım güneş gözlüğüne göre egoma bir haller oluyor. En sevdiğim halim yuvarlak gözlüğümle gelen cool halim.
- Unplugged kayıtları daha çok seviyorum. Keşke tüm şarkıların unplugged versiyonu da olsa. Arabada çok güzel eko yapıyor.
- Ayaklarımı kanepenin tepesine uzatıp uyumaya bayılıyorum. Evet bacaklarım havada.
- Felaket filmlerine takıntılı bir ilgim var. İçten içe bir felaket olsa da kurtulsak derken yakalıyorum kendimi.
- Uzaya yolculuk var gel, deseler düşünmeden giderim. Sen de gel ama uzay yalnız çekilmez, Venüs Jüpiter gezeriz.
- Boyutlar arası yolculuğa inanıyorum ve déjà vu anlarımın tadını çıkarıyorum çaktırmadan.
- Kaku'yla tanışmak istiyorum. Bu adam sizin de ilginizi çekmiyor mu?

Metroda Falan

Train Station

Al, dedi, okursun metroda falan. İki durak arasında fena gitmiyor. Bazı sayfalara notlar düştüm. Oralara gelince bir kaç dakika bırak okumayı, etrafa bak. İnsanların yüzlerine, çizgilerine ve gözlerinin dalıp gittiği yere bak. Bu bir okuma oyunu, dedi. Kitabı okurken kendinle, notlarımı okurken benimle oynayacaksın bu oyunu... 

Beş Mutlu Anı

blonde, girl, golden



En mutlu olduğum beş anımızı sıralayacağım... Hazır mısın?


1- Karagöl'de gece duyduğumuz köpek seslerini hatırladın mı? Burnumuza gelen is kokusu, köpek sesleri ve donmuş bir göl... Daha güzeli olmasın n'olur. Bu hep 'number one' kalsın.
2- Beyrut'taki o okulun bahçesini hatırla şimdi de. Hani kilise sanıp girdiğimiz. O gün hiç silinmesin istiyorum hafızamdan. O komik taksi şoförü, çan sesleri ve bize düdük çalan askerler...
3- Kos'tayız. Otelin bahçesine çıkıp sigara içiyoruz. Yağmur yağıyor. Hatırladın mı? Sonra adada yürüyüşe çıkıyoruz. Nemli toprak kokusu, geniş balkonlu evler, sonbahar...
4- Gümüşlük'te herhangi bir anımızı seçebilirim. Tepeye tırmandığımız gün olabilir mesela. Uçurum, kuru dallar, güneş, dikenler...
5- Ve Adrasan... Akya'da salçalı balık, bira, sessiz bir öğlen. Hemen hatırladın değil mi o günü. Ben hiç unutmuyorum.


Düşündüm de böyle beşer beşer daha bir sürü sayabilirim. 

Beklemek

blouse, depressed, depression

Var olmanın dayanılmaz ağırlığı: Beklemek. Evrenin benim için uygun gördüğü test bu sanırım. Uçağı beklemek, treni beklemek, filmi beklemek, yemeği beklemek, olacakları beklemek, toplantıyı beklemek, işlerin hızlıca yapılmasını beklemek, fön çekilen saçlarımı beklemek, yolun bitmesini beklemek, ojemin kurumasını beklemek gibi bir sürü sinir bozan şekli var beklemenin. En çok da sorularıma cevap beklerken ağırlaşıyor zaman. Kalp atışlarım hızlanıyor, nefesim ciğerlerime yetmez oluyor. Derin bir iç çekiyorum. İki nefes arasında sorumu tekrar ediyorum. Cevap beklemek beklemenin en zor hali. 

Erkekler Tuvaleti

White Ceramic Male Toilet

Kadınların merak ettiği sorular şunlar:

- Pisuvardan yüzünüze çiş sıçrıyor mu?
- Yan yana dizilmiş erkekler ne konuşur?
- Pisuvar fobisi olan erkek var mıdır?
- Gerçekten ellerinizi yıkıyor musunuz?
- Ayakta çişini yapmak özgüveni artırır mı?
- Pisuvarı kullanabilmek için minimum boy ne olmalı? Boy işte, 1,70 - 1,80 gibi.
- Birbirinize göz ucuyla bakıyor musunuz?
- Pisuvar dedikodusu yapıyor musunuz?


Buz Buz Baby

Ice Glassier


Buz deyince aklıma buzullar gelmez benim. Kutuplar, kar, buzdağı, kayak, donmuş göller falan da gelmez. Küp küp buzlar gelir gözümün önüne. Bardakta, kalıpta, su şişesinde, dondurucuda, rakıda, kolada... Ha bir de buz pateni gelir. Artistik puanlar, teknik puanlar, üçlü salto, taşlı pantolonlar... Çocukluğum uzun uzun yazlarda geçerdi ama buzlu su, buzlu kola da içilmezdi bizim evde. Yine de buzluğumuzda küpler hep hazır olurdu. Kafasını vurana, eli burkulana lazım olur diyedir belki. Kış akşamlarındaysa ailecek buz pateni izlerdik televizyondan. Bilinçaltım ne tuhaf yerlerden besleniyor. 80lere 90lara atmışım kancayı, yürüyüp gidiyorum. Ice ice baby... Ice ice baby... 

Gece Uykum Bölününce

Grayscale Photo of Hanged Ceiling Lamp Inside the Building


Önce saate bakarım. Mutfağa giderim. Su içerim. Fıstık ya da ceviz yerim. Sonra tekrar saate bakarım. Balkona çıkarım. Yıldızlar yerinde duruyor mu diye kontrol ederim. Gökyüzünde ufo ararım. Yanıp sönen bir kaç ışığı ufo zanneder heyecanlanırım. Sonra saate bakarım. Aynada kendime bakarım. Tekrar mutfağa giderim. Buzdolabını açar uzun uzun bakarım. Üşürüm kapatırım. Fıstık ya da ceviz yerim. Su içerim. Saate bakarım. Yatağa dönerim. Kendimi küçücük bir adada hayal ederim. Detaylarda takılır kalır uykuya dalarım. 

Dandelion

Closeup Photograph of White Dandelion

Dandelion yani karahindiba yani radika bence yeryüzündeki en ilginç bitkilerden biri. Yaprağı, çiçeği, tomurcuğu, kökü, tohumu, tüyü pufu, göbeği, sütü, sapı, sakızı, her bir noktası beni benden alıyor. Hayranlığım, şaşkınlığım ve sevgim katlanıyor yol kenarlarında, parkta, bahçede rastladığımda. Toplayıp salata yapasım geliyor, kıyamıyorum. Tüylerini de üflemiyorum. Bakıyorum. Sadece bakıyorum, bazen de yapraklarının keskin uçlarında parmaklarımı gezdiriyorum. Bu aşk mı Platon?

Doğuştan Ben Hali

Open Person's Eye

Elimde kalana bakıyorum, aslında doğuştan gelen ben halime. Fizikseli geçiyorum, gözümü kaşımı saçımı. Şöyle şeyler var zamana direnen: Bakışımın şaşırma hali, dudak kıvrımlarımın sıradan hali, saç diplerimin kıvrılan hali, tenimin hassas hali, duygularımın değişken hali, kararsızlığımın basit hali, kararlılığımın beklenmedik anlardaki hali, bedenimin dirençli hali, uzun uzun dinleyememe halim, merakımın dizginlenemeyen hali, hafif bulutlu havaları sevme halim, zekaya tapınma halim, kendimi kendimle deneme halim, bencilliğimden utanmama halim, bakınca içeriyi görme halim... Değişmeyen ben halimle değişen ben halimden ortaya çıkan şeyin adı bugünkü halim. 

İç

blur, diet, dry

İki avucumun arasına sıkıştırıp, çıt diye kırıyorum kendi kabuğumu. İçimden neler neler çıkıyor görsen şaşırırsın. Klişeler, sahtelikler, zaaflar, yalanlar, güvensizlikler... Kır bak içini senden de çıkar. Ben itiraf ettim diye bir tek bende var sanma. 

Aramadı

Pink and Gray Telephone

Aramadı, dedi. Sen ara, dedim. Aramam, dedi. Bekle öyleyse, dedim. Bekleyemem, dedi. Bekleme mesaj at, dedim. Atmam kesinlikle, dedi. Ne istediğini anlamadım, dedim. Arasın istiyorum, dedi. Arar, dedim. Aramıyor, dedi. Sen ara, dedim... Sonra ne o aradı ne de öbürü.

Aramadılar ama paralel evrenlerden birinde de beklenmedik bir şey oldu. İkisinin de telefonu meşgul çaldı ben aradığımda.

Motel

hotel, motel, sign

Çocukken en çok kafa yorduğum şeylerden biri de otel-hotel-motel arasındaki farktı. Otel ve hotel sekiz on yaşlarında halloldu İngilizceyle beraber. Kaldı geriye motel. Benim için küçük bir otelden daha çok şey ifade ediyor motel. Siyah beyaz filmler, yasak aşklar, ıssızlık, adres sormak için önünde durulan, aşırı güneşli bir gün, kıvırcık kabarık saçlı kadınlar, eski arabalar, cinsellik çağrışımlı replikler, tütün kokusu, patates kızartması, sırlar... Bilinçaltımdan bulup çıkardığım bu motel hadisesi iki şeyin etkisi altında: Birincisi 80ler Amerikan sineması, ikincisi çocukluğumun yaz tatillerinde önünden arabayla geçerken büyüklerin fısıldaşıp gülüştüğü Kızkalesi motelleri. 

Cips Bira Cips

beer, coca cola, coke


Kimse hüzünlüyken bira içmez. Kimse mutsuzken cips yemez. Demek ki neymiş, cips bira cips akşamındaysan senden iyisi yokmuş. Guinness benden cips senden olsun, test edelim bu akşam olur mu? Hazır mutluyken...

Jaluzi

roller blind, shade, window

Perdeli değil, jaluzili oldu evlerim hep. Perdenin bendeki izi çok karmaşık. Kat kat tüller, kadifeler, satenler eşittir demliklerce çaylar, diziler, akşam soyulan meyveler... Perdeyle aramızdaki mesafe kapanmaz yani. Jaluzi ise yarı loş bir özgürlüğün, odanın orta yerinde beliriveren çizgi çizgi ışıkların, gölgelerin ve sabah beşte canın ne isterse yiyebilmenin resmi. Bence öyle. : ) Sence?

Olur mu?

Fired Up Grill

Bir sabah uyanıp kahvaltıda ne istersin diye soruyorum sana. Yumurta, zeytin, kahve sayıyorsun hepsini tek tek. Balkonda mantar ızgaralasak ya bugün, diyorum. Akşama kadar kalkmayız oturduğumuz yerden, kahveler biter şaraba geçeriz. Çocukken en sevdiğimiz çizgi filmleri konuşuruz, belki bulup izleriz. Domatesleri, biberleri, hellim peynirini aklımıza geldikçe mutfağa gidip bulduğumuz her şeyi atarız ateşin üstüne. Dünyanın geri kalanıyla haberleşmesek de olur, saatin kaç olduğunu merak etmesek de. Okul yıllarında saçlarınla uğraşır mıydın, hiç öğretmenine aşık oldun mu, benim en sevdiğim ders hangisiydi anlatırız birbirimize. Olur mu? 

Neden Olmasın?

2 Horse Fighting on Shallow Water Grayscale Photo

Bir ata, bir gergedana, bir balığa, bir örümceğe dönüşebilirim her an. İzlediğim filmde rahat rahat ağlayabileceksem, herkes ah vah derken ben gülüp geçebileceksem, en sevdiğim yemeği yerken çalan telefona bakmayıvereceksem, sen de yanımda olacaksan neden olmasın...

Kıyı

barcelona, bench, boardwalk

Tek başına yaşayanlarda bir kıyı sessizliği oluyor. Dalgalar çarpıp çarpıp geri gidiyor. Yalnızlığın köpüğü kalıyor üzerlerinde. Kuruyor, kokuyor, delikler açılıyor güneş altında. Sonra yepyeni bir dalga çarpıyor kıyıya, tazeleniyor, hafifliyor. Banyoya bir diş fırçası daha, kahve iki kişilik, akşamları açılan şaraplar, hafta sonları unutulan arkadaşlar... 

Lütfen Girmeyin

border, do not enter, door


Sana yanlış geleni ben çok doğru buluyorsam girmeye çalışma kafamın içine. Yarın bana da yanlış gelebilir ama sen çoktan ısınmış bile olabilirsin o fikre. Dönüş yolunda karşılaşırız, selamlaşırız ama işte o kadar ancak. Belki bir iki anı anlatırız, güleriz ama girmeyelim ayrı dünyalarımızın içine. Uzaktan merhaba merhaba yeterli. 


Size Benden 100

2 Man Riding Motorcycle Grayscale Photography


Elimde bir kalem, bir dosya gezinmek istiyorum hayatlar arasında. Sonra not vermek istiyorum, seninki üç, seninki yüz, çok iyi, zayıf... Risk alanlara, ölüme meydan okuyanlara, kasksız motora binenlere, cahil kalmakta ısrar edenlere, kayalıklardan balıklama atlayanlara, sokaklarda uyuyanlara, saçlarını boyatmayanlara, teknolojiden çakmayanlara, hala kuş sesli zilleri olanlara, evi terk eden yirmiliklere, bir rock barda canı rakı çekince içenlere, en pis yemeği bile yiyebilenlere, toplantıya hep geç kalanlara, ütüsüz pantolonla gezebilenlere bugün benden 100. Niye diye sorma, serbest çağrışımlı sıraladım. Notum bol bugün. 

Ruh Halim

industrie, mauer, wand

Şu an bir sigara yakmak istiyorum. Bırakalı bir buçuk yıl oldu ama ruh halim sigarayı özlüyor bugün. İçime çeke çeke, ya da puf puf fark etmez. Duman altında uzun uzun düşünmek istiyorum. Düşünürken konudan konuya atlamak, birden anlamsız bir ayrıntıda kaybolduğumu fark edip rahatlamak istiyorum. Martıların bazen yürümesinin insanlara benzeme isteği mi olduğunu merak ederken yakalamak istiyorum kendimi, bir sigara eşliğinde. Bugün böyle...

Hızlıyım Hızlısın Hızlı

automobile, boost, car


Çabucak, hemen, bir an önce, hadi hadi, bitti mi bitti mi... Hızlıyım hızlısın hızlı... Bir hayata iki üç dört hayat sığdırmaya çalışıyoruz artık. Daha çok için daha hızlı olmak lazım.

Daha aza geçiyorum ben. Deneyeceğim en azından.

Bin Soru

Person Holding Red Surfing Board in Clear Water Near Brown Stone during Daytime


Kafamda. Hepsinin cevabı yok. Bazılarında seçeneklerde takıldım. Sen dedin ki geçenlerde, soru sormayı bırak ve yoluna devam et. Sorduğum sorular yolumdan alıkoyuyormuş beni. Öyle dedin. Yolum ne ki, diye sordum sana. 

Gel Tanışalım

Black Suv Beside Grey Auv Crossing the Pedestrian Line during Daytime


- Yaya geçidinde durmuyorsan gelme, sana yeşil yansa bile bekliyorsan gel.
- Sana yol verdiklerinde ağır ağır yürüyorsan gelme, ama başınla küçük bir selam verip gülümsüyorsan gel.
- Arabanda çalan müziği herkese dinletiyorsan gelme, camların kapalıyken sen de bağıra bağıra eşlik ediyorsan şarkıya gel.
- Önündeki kadını korkutmak için kornaya yükleniyorsan gelme, ama onu tedirgin etmeden yanından geçip gidiyorsan gel.
- Cam silen çocukları görünce sinirlenip söyleniyorsan gelme, ama onlarla üç beş cümle konuşup birlikte gülebiliyorsanız gel.
- Uzun yolda sol şeritte terör estiriyorsan gelme, ama orta şeritte dağlara ağaçlara göllere bakarak ilerliyorsan gel.


Gel trafikte tanışalım seninle... 

Daha...

blur, car, driving


Herkes aynı şeylerin peşinden koşuyor. Daha rahat bir hayatın, daha zengin olmanın, daha güzel olmanın, daha genç bir görünümün, daha sağlıklı bir bedenin, daha zeki çocukların, daha güzel yerlerde yemek yemenin, daha kaliteli çantaların, daha romantik komedilerin, daha yakışıklı erkeklerin, daha güzel kadınların, daha başarılı bir iş hayatının, daha yüksek maaşın, daha çok seçeneğin, daha az sıkılmanın, daha az bulunur aktivitelerin, daha kalabalık ortamların, daha iyi bir eğitimin, daha seksi kıyafetlerin, daha hızlı arabaların, daha pahalı zevklerin, daha eğlenceli akşamların, daha kıyak kafaların..... Bu yüzyılın kelimesi 'daha'. Bir şeyden daha bir şey bulursan bırakma. 

Neyse ki

Red Haired Fire Dancer Blowing Rod With Flames


Kimsenin kimseden daha iyi, daha başarılı, daha süper olduğu falan yok. Bazıları ateş üstünde yürüyebiliyor, bazıları ateşi yutabiliyor, bazıları ateşten atlayabiliyor hepsi bu. Neyse ki... 

Kumlara Oturmak

bikini, dame, draußen


60ları, 70leri geçelim. Zaten özgürlüğün zirve yaptığı yıllardı. O yıllar neyse de 80lerde, 90larda bile kumlara oturulurdu. Sonra ayakların yana yana denize koşardın-dık. Eve, yazlığa, otel odana dönünce de bikinini, mayonu yıkardın iyice. İçine işleyen kumlardan ne kadar arındığını da çok kafana takmazdın. Ne olduysa 2000lerde oldu. Birden kuma değil havluya, peştemale,  mindere, çime, şezlonga, tik iskelelere oturur olduk. Tekrar düşünmeden kumlara atmak istiyorum kendimi. 

Mevsimlik

open, sign


Mevsimine göre değişen hallerim var. Yaz yeni başlarken dünyada tüm savaşlar bitmiş, yeryüzüne barış gelmiş, insanlık ve doğa mis gibi birbirine uymuş gibi davranırım. Kış ortası taze taze kar yağarken kendimi Paris'te kırk metrekare bir dairede yaşıyormuş, mutfağımda şişe şişe şaraplar diziliymiş ve geceleri yazmaktan gündüzleri takılmaktan uçmuş biri gibi hayal ederim. Sonbaharı omuzlarımın titremesinden anladığım zaman yaz henüz bitmemiş, daha bir iki ay güneşin yaktığı günler olacakmış, çıkılacak bir sürü yolculuk varmış gibi davranırım ve bir güzel rahatlarım. İlkbahar kış bitmeden kendini hissettirmeye başlamışsa, parklar böcekler çiçekler bir tek bana aitmiş, en güzel kitapları ben okuyormuşum, biranın da soğuğu çim üstünde gidermiş gibi hayalli hayalli dolanırım. Her 'ben' mevsiminde güzel :)

Rüzgar Nedeniyle Kapalıyız

Pink and Black Printed Textile Near Blue Painted Wood


Sonra yine bekleriz, bugün kapalıyız. Saçlarımı dağıtan rüzgarı çok sevmem. Tatlı tatlı esen, saçlarımı geriye savuran, yüzümü hafifçe okşayan rüzgarı severim bak. Ona sözüm yok. Ben bu yüzümü gözümü toz toprak içinde bırakana taktım kafayı. Bugün böyle, kapalıyız. Çıkmıyorum dışarı. Evde film izleyeceğim. 

Büyüdük

Gray Fishes on Yellow Crate



Bir gün büyüdük yerine yaşlandık diyeceğiz. O güne kadar gel biz rakı-balık kafasında olalım. Büyüdük ve bu müzikleri sever olduk, büyüdük ve çocukluğumuzu özlüyoruz, büyüdük ve rakı balık akşamlarına bayılır olduk diye diye vuralım kadehlerimizi. Yaşlandık artık dediğimiz gün ben yine masa kurmak isterim ama. Şimdiden anlaşalım. 

Ah! Du bist Berliner!

berliner, german, newspaper



Öyle dedi. Yazdı aslında. 'Ah! Du bist Berliner!'
Değilim, dedim. Kafam Berliner benim.

Herkesin Ütopyası Kendine

bonfire, bushcraft, camping


Benimki zaman zaman değişir. Değişmeyen bir şey var ama. Açık havada yanan ateş detayı. Kamp ateşi, plaj ateşi, sokak ortası ateşi, barbekü ateşi, kırıntı ateşi, sıkıntı ateşi gibi... Herkesin ütopyası kendine tabii, ama içinde ateş olmayan ütopya olur mu hiç? 

Yavaş

Black White and Red 30 Print


Ne zaman kırmızı ışıkta dursam, karşıya geçmeye çalışan insanların yüzüne bakarım. Bazıları yavaş yavaş yürür. Elleri ceplerinde, saçları doğal bir dağınıklıkta, hafif ve rahat... Önce isimleri ne olabilir diye düşünürüm, sonra en sevdikleri müzik türünü, bamya sevip sevmediklerini, tatil kelimesini cümle içinde kaç kez kullanmış olabileceklerini, resim yapmayı severler mi, bira mı rakı mı şarap mı desem ilk ne derler, pijamayla mı uyurlar yoksa çıplak mı, okulda matematik severler miydi... Böyle daha binlerce şey düşünürüm yavaş yürüyen birini görünce. Üşengeçlikten mi, işsizlikten mi, rahatlıktan mı, mutluluktan mı, bıkkınlıktan mı, yorgunluktan mı, huzurdan mı, kederden mi diye pek merak etmem. Biraz kıskanırım gerçi. Bana yeşil yanar, arkadan gelen korna sesleriyle daha çok kıskanırım yavaş yürüyenleri.